ISTANBUL HAVA DURUMU İSTANBUL
Çatalağaç köyü halk oyunları ekibi

Kültür

- +

Çatalağaç Köyü’nde hakim olan genel kültür ÇEPNİ Türkmen kültürüdür. Çatalağaç köyüne ait tüm kültürel unsurları kuşkusuz burada yansıtamadık. Ancak gelen eleştiri ve katkılarla birlikte ileriki zamanlarda konuyu genişletmeye çalışacağız .

OYNANAN ÇOCUK OYUNLARI
Beş Taş (veya On Taş)
Bilmece
Çıkrık
Çıt Pıt
Çizgi Taşı
Dokurcun
Düz Çelik
İp Atlama
Kale Oyunu
Kıdı
Mile (misket)
Saklanbaç
Tahtıravelli (Tingilibiç)
Tombul Çelik
Yağ Satarım Bal Satarım

YEMEKLER
Arpa Çorbası
Celecoş (yoğurt ve ekmekten yapılır)
Dible
Döşeme
Ekmek Paparası
Evlek (mantar)
Ezeltere
Fetir
Galdirik
Haşıl
Helle
Helva (Mısır Unundan)
Hoşuran
Kabak Sırımı
Kuzu Göbeği
Meyve Kurusu
Mısır Çorbası
Otluk
Pancar Çorbası
Pezik
Pıtıl
Pirinçli Börek
Sarma (Karalahana)
Sırgan
Siron (sürün)
Şerbet
Tırmıt
Turşu Kavurması
Yağlı Çörek
Zırıtta (krep)

EĞLENCE

KEMENÇEYLE YAPILAN DÜĞÜNLER
Kemençeli tüm kına düğünleri ve normal düğünler adeta eğlencenin en yoğun yaşandığı zamanlardır.

KEMENÇELİ EĞLENCE
Bunun birinci şekli erkekler arasında az katılımlı ve içkilidir. İçki olarak genellikle rakı içilir, birada içilmektedir. İkinci şekli ise her yaştan erkeklerin ve bayanların katıldığı , özellikle yaylada yapılan eğlencelerdir. Burada pek yabancı bulunmaz. Daha önceleri ‘’eğercek eğlenceleri’’ yapılırmış. (Eğercek iplik eğirilen alettir.) Burada kadınlar iplik vs gibi el işlerini yaparlar, erkekler ise çalıp oynarlarmış.

OT GÖÇÜ
Ot göçü mısırların üçüncü otu kazıldıktan sonra toplu halde, yeni giysiler giyilerek, yaya olarak ve müzik eşliğinde oynayarak Perşembe günü yaylaya gitmektir. Devamında ise (Cuma günü) şenlik güvendi (güvende) yaylasında devam eder.
Güvendi, Kazıkbeli, Ağaçbaşı, Kadırga, Çatakçayır Şenlikleri
Burada obalar hangi pazara yakın ise şenlik günü oraya gider. Çakışmayan günlerde iki pazara da gidilebilir.

ZIPÇIK YAPMA(Baharda)
Zıpçık kızılağaçtan yapılan, sipsiye benzeyen fakat notaları olmayan bir çocuk (oyuncak) çalgıdır.

FLÜT YAPMA VE ÇALMA (Düdüklük Ağacından)
Düdüklük ağacından yapılır, üzerinde nota delikleri vardır, kısmen modern bir müzik aletidir.

PATLANGOÇ
Düdüklük ağacından yapılır, hava basıncı ile ucuna konulan yumuşak maddeleri atarak ses çıkaran bir çocuk eğlence aletidir.

YÜZME
Köydeki derelerde bulunan büyük göller yüzme için oldukça uygundur. Yayladaki dereler daha küçük olduğundan bunların önüne set yaparak suni göl elde edilir.

AV
Yazın balık avı kışın ise karatavuk ve alakarga avları oldukça eğlencelidir, aynı zamanda ekonomik kazancıda vardır. Daha profesyonel olanı da Ayı ve Domuz avıdır.

YER ADLARI
Yaylada ve Çevresinde Yer Adları

Abadan
Ağataş
Alınca
Atkoya
Ayıt

Bakacak
Bolat (Polat)
Bonyurt

Cirit meydanı
Çağmat
Çakra kekre
Çamur alanı
Çatak çayır
Çayır ağzı
Çeğel
Çeğelli oba
Çeğelli oluk
Çıkrık düzü
Çüçü nün evi

Dişmeli sakar
Dokuz dönüm
Doma nın yolu
Döşeme

Eğribel
Ekin tarlası

Geyik çökeği
Güvendi

Halil beğ

Kabak tepe
Kara dere
Kavraz
Kelelü (Kel ali)
Kırklar meydanı
Kızılca
Konak kıranı
Kurban tepesi

Maduklu
Mansur
Meşhed alanı

Ocak yanı
Oluk ayağı

Pinti
Pirali harmanı
Piri şıh suyu
Pürlü su

Semah kıranı
Sırganlı tepe
Soğuk oluk

Tek doruk
Tek mezar
Tikenli oba

Yarlar
Yemişen
Yesir in puru
Yıldırım taşı
Yonuz oluğu
Yonuz tepesi (evliyası)

Köyde ve Çevresinde Yer Adları

Aççulu yanı(atçılı veya ağaççılı olmalı)
Akçabaş tarlası
Alan
Arım
Arpalık
Ayvazgil yanı

Bolatlı (Polatlı) kayası
Boz kızı gil yanı

Çanakçı kertili
Çardak altı
Çaykara
Çaytakgil yanı
Çeğelli oluk
Çifte göl
Çubuk kıranı

Dağkol
Danacı
Davulcu düzü
Davut deresi
Davut yaması
Dede yalağı
Dedegil yanı
Delmece
Dervişli
Dişmer
Domalı (tomili)
Duluyanı (tuğlu)

Evliya yanı

Fırışlık (Piri Şıh)
Fidelik

Galigen düzü
Gevezlik
Gilür
Givre
Godanlı
Gozloğun kelifi yanı
Göğceliyanı
Göl deresi
Gömek tarlası
Guytu yatak

Halibe (Halil Bey)
Hanyanı
Hasanlı çayırı
Hasanlı evi önü
Hasanlı parçası
Hıdır kıranı
Hocalı

İmzalı

Kabadüz
Kabaklı yanı
Kabayalak
Kale boynu
Kalender
Kendirlik
Kerimli
Kılıklı yanı
Kınataş
Kırkören
Kırpık
Kızlar harmanı
Kilise düzü
Kilise önü
Konak
Konak yanı
Kosalu
Körük obuzu
Köse deresi
Köseliyanı
Kuşdüzü
Kuşevi yanı
Kuzgun deresi

Meyvelik

Melikgilyanı

Nişanlı evi yanı

Oluk deresi
Ömerli gil yanı
Ören

Sağırgil yanı
Sarp gürgen
Sona kıranı
Sonalı
Şahlı gil yanı
Şükür düzü
Şükürlü yanı

Taflan çukuru
Taşbaşı
Taşoluk
Tava düzü
Teknetaş
Temir hozanı
Tonar
Tonar bacağı
Tonar ağzı
Töngelli
Tullukbaşı

Uzunçayır
Üçgüllü

Yağlı armut
Yemişlik
Yesirgilyanı

Yer adlarından çıkarabileceğimiz en önemli sonuçları; önceden köyde yaşayıp da şu anda bulunmayan birçok aile adı, İran Horasanı’yla birebir ilişki, köyün Türkmenler tarafından yerleşime açıldığı, köyü kuran dervişlerin bolca meyve diktiği (köyün ortak malı) şeklinde özetleyebiliriz. Elbette bununla sınırlı değil. Her bir yer adı başlı başına bir konudur ancak biz gerisini okuyucuya bırakıyoruz.

GİYİM
Şadılılar tarih boyunca kendi yakınında kurulan Karakoyunlular, Danişmentliler vs gibi devletlerle yakın etkileşimlerde bulunmasına rağmen Osmanlılarla (Fatih dönemi hariç) fazla bir etkileşim görünmüyor. Sahil kasabalarında deniz yoluyla gelişen ticaretin dışında genel olarak şadı da insanlar kendi ihtiyaçlarını kendi üretimleriyle temin etmişlerdir ve bu durum cumhuriyetin ilk yıllarına kadar devam etmiştir.

Şadı’da giyimin ana hammaddeleri, çöpür (keçi kılı), yün, deri ve kendire dayanmaktadır. Giysilerin büyük bölümü bunların işlenmesiyle elde edilmiş, geri kalan ise dışarıdan satın alınmıştır.

Kadınlar ve erkekler bilinen zamanda ayaklarına hep çarık giymişlerdir. Çarık özellikle dananın sırt (üst) derisinden olup aileler kendi çarıklarını kendileri dikmişlerdir. Çarık cumhuriyet döneminde lastik ayakkabı çıkana kadar devam etmiştir. Köye ilk çapulanın (deri ayakkabı) 1830 lar da geldiğini biliyoruz ama köyde ayakkabı giyebilen 3-5 kişiyi geçememiştir. Birde kış aylarında dağlarda gezerken ayağa hedik giyilirdi. Hedik, ağacın 40 – 50 cm çapında daire şeklinde bükülüp, ortasının kalın deri iplerle ızgara şeklinde örülmesiyle yapılır. Tam ortasından ayağa bağlanır ve bunu giyen kişi karda batmadan yürür.

Kadınlar başlarına çember, yazma, yaşmak v.s denilen farklı desenlerde başörtüleri sararlar. Başörtülerinde ağırlıklı olarak beyaz rengin hakim olmasıyla birlikte çeşitli renklerde yaşmaklarda vardır fakat siyah renk yoktur. Genellikle yazmaların kenarları işlemelidir. Başörtüsü kış aylarında çenenin altından bağlanarak, uçları tekrar kafanın tepesinde birleştirilip bağlanır. Yazın ise kulakların üstünden arkaya geçirilip, tekrar alın kısmına getirilerek alına düğümlenir ve buna kuşkuyruk denilir.

Beden kısmına oldum olası fistan giyilir. Fistan diz altına kadar (bazen ayak bileklerine) iner, bel kısmı boğumlu veya kuşaklı, yakası iki ya da üç düğmelidir ve günümüzdeki elbise veya entariye benzer ki, fistanın bir diğer adı da enteri (entari) dir. Fistanın üzerine işlik giyilir. İşlik bugünkü mevsimlik hırkanın karşılığıdır ama işliğin üzeri çok nakışlı ve işlemeli olup, adeta giysilerin vitrinidir. Yaz aylarında işliğin üzerine başka bir şey giyilmez ancak kış aylarında bu günkü pardösü veya kabanın karşılığı olarak aba, hırka ya da şal dokumadan Çekmen denen bir kışlık giyilir. Kadınlar fistanın düğme kısmına ya da göğüslerinin üzerine yaklaşık 30cm X 30cm ebatlarında gutni yallik denilen bir giysi giyerlerdi. Bu giysinin kumaşı özel olup ağırlıkla sarı, turuncu ve bordo çizgiliydi. Dört ucundaki iplerden ikisi boyuna ikisi de bele bağlanırdı.

Beden in alt kısmında ise fistanın altında dizlik (tuman) denen bel ile dizkapaklarının arası bir giysi bulunur. Fistanın üstüne ise peştamal sarılır ve belde ise çeşitli şekillerde kuşak vardır. Diz kapakları ile ayak arasına kış aylarında dize kadar, yaz aylarında ise topukların üzerinde kısa çorap giyilir. Çoraplar genellikle kışın keçeleşmiş çöpür (keçi kılı) çorap yazın ise yün çorap şeklindedir. Fistan daha sonraları iki parçaya ayrılmış, üst kısmına gömlek (göynek) alt kısmına da eteklik denmiştir.

Erkekler de giyilen çorap ve aba ya da Çekmen (şal ceket) kadınlarınkiyle aynıdır. Bunun dışında erkekler üst kısımda bele kadar gömlek giyerler, bu gömlek kışın dokuma yün yazın ise kendir ipinden dokumadır. Gömleğin üzerinde ise yelek benzeri bir giysi vardır. Özellikle yaz aylarında gömleğin üzerine (mont, ceket, hırka yerine) giyilen yelek kış aylarında da çekmenin altına giyilirdi. Alt kısımda ise çeşitli şekillerde pantolon bulunur. Pantolonun paçaları dar, ağ kısmı geniştir. Kış pantolonu ağırlıklı olarak zıpkadır. Zıpka keçi kılından yapılıp, keçeleştiğinden soğuğa karşı mukavemetlidir. Kış aylarında giyilen zıpkanın altına ince bir pijama giyilir.

Erkekler başlarını iki şekilde örterler. Birinci şekil kalpak benzeri keçi kılından yapılan siyah başlıktır. İkincisi ise abani denilen ve bazen kafaya sarık şeklinde sarılan, bazen de boyuna dolanan puşi benzeri bir giysidir. Şapka devriminden sonra istisnasız herkes şapka giymiştir.

Aksesuar olarak, kadınlar yola giderken omuzlarına yünden dokuma kol çantaları takarlar. Erkeklerin ise bellerinde kın içinde bıçak vardır. Bıçak taşıma alışkanlığı 1975 lere kadar sürmüştür.

Şadı da giyimin temel dayanağı coğrafi yapı ve iklimdir. Yukarıdaki kıyafetler cumhuriyet döneminde kademeli olarak değişmiş, kısmen 1980 lere kadar devam etmiştir.

TARİHİ VE TURİSTİK YERLER
Çatalağaç köyü gerek tarihi gerekse turistik olarak zengin bir köy olmasına rağmen, bir yandan yakın geçmişteki yoksulluk ve diğer yandan insanların geçmişleriyle barışık olamamaları sonucu bu zenginliklerini değerlendirememiştir. Diğer yandan mimarinin ahşapa dayalı olması da tarihi yapıların ya eskime ya da yangın sebebiyle günümüze taşınmasını engellemiştir. Bu yapılardan geriye ancak halgum dediğimiz temeller kalmıştır. Fakat bu az sayıdaki kalıntı ile çatalağaç kültürü birleştirildiğinde bile ortaya mükemmel değerler çıkmaktadır. Doğal güzellikler ise tarihe göre daha az hasara uğramıştır.

Turistik olarak köyün her bir tarafı ayrı bir güzelliğe sahiptir ve kısmen bakirdir.

Çatalağaç köyü girişindeki şelale gerek doğal güzelliği ile gerekse Giresun Gümüşhane yolunun kenarında olması sebebiyle önemli bir potansiyel mesire yeridir. Ancak şimdiye kadar köye bir değer katamamıştır.

Derindere kanyonu özellikle harşıt deresine yakın yerlerde oldukça derin ve sarp kayalıklardan oluşmaktadır. Özellikle dağcılar ve tırmanış meraklıları için bakir bir coğrafyadır.

Keltaş yaylası potansiyel olarak köyün en önemli mesire yeri ve yazlık yerleşkesidir. Gerek Halil beğ düzü gerek mağaralar gerekse mağaraların üstündeki tepe zengin panoramik manzaraya sahiptir. Harşıt içi, çömlekçi gözü ve kısmen de karabörk gözüne şenlik anlamında hitap edecek kapasiteye sahiptir. Ancak köylüler bu potansiyeli de henüz değerlendirememişlerdir.

Hocalı başında Şıh Davut evliyası, Mansur obası başındaki (kurban tepesi) Şıh Pir Ali evliyası, Tepealan’daki Pir-i Veled evliyası yakın zamana kadar ziyaretgah olmalarına rağmen bugün bakımsızlıktan adeta kaderlerine terk edilmişlerdir. Halbuki bu erenlerin muhtemelen 14 yy da yaşadıkları, köyün tarihine damgalarını vurdukları, çok sayıda torunlarının bu köyden göç ettiği ve iletişimin daha da ilerlemesi ile birlikte bir gün buraları ziyarete geleceği,köyün isminin ileride daha çok kişi tarafından telaffuz edileceği ve tüm bunların tarihsel ve turistik bir değer olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

Yine ocak dediğimiz değerli insanların mezarları ve mezarlıklarımızda bulunan 19 yy ve öncesi mezar taşları da önemli tarihsel değerlerdir.

Bazılarının Cenevizlerden kaldığı söylenen ama tarihi belli olmamakla birlikte dedelerimiz tarafından düzenli olarak onarılıp kullanılan petek kayaları (arı kovanı konular yer) da önemli tarihsel yapılardır.

Cami mahallesinde yapılan köyün ilk camisi bir kaza sonucu ilk orijinalliğini yitirmiştir.

Derindere’de 19 yy ın sonlarında yapılan caminin, önündeki derenin çukurlaşması sonucu yenilenmesine karar verilmiş, sırf taşlarından faydalanmak için eski cami yıkılmıştır. Aradan 40 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen yıkılan caminin yeri halen göçmemiş ama bu tarihsel değer kaybedilmiştir.

Orta mahallede bulunan dergah yakıldığından dolayı, yüzyıllardır süregelen bir çok değer maalesef kaybedilmiştir.

Köyün ormanlarında bulunan çok sayıda yaşlı ağacın ve farklı bitki türlerinin araştırması şimdiye kadar yapılmamıştır. Araştırma sonucu elde edilebilecek değerler köyün turizm potansiyelini artıracaktır.

Şadı deresi gözü ve Derindere gözü mesire yeri anlamında oldukça elverişli coğrafi yapıya sahiptir ancak ulaşım güçlüğü ve nüfus yoğunluğuna uzak olduğundan dolayı, Keltaş yaylası olmadan değerlenme olasılığı yoktur.

Giresun Gümüşhane yolunun köyün yanından geçmesi önemli bir avantajdır. Orgi Havaalanı’nın yapılması ve Doğankent ile Kürtün’ün ortak bir turizm politikası benimsemesi durumunda gerek Çatalağaç köyünün gerekse komşu köylerin turizm den ciddi bir gelir elde etmesi hiç te zor değildir.

DÜĞÜNLERİMİZ
1950- 1960’ lı yıllardaki düğünlerimizden, kendi algılamam çerçevesinde bir özet yapmaya çalışacağım.

Bizim köy, diğer köylere göre daha farklıydı. Okur-yazarının çok olması yanında, eğlence kültürünü de en iyi yaşayan köylerden biriydi. Düğünlerin dışında da evlere kemençeci çağrılıp eğlenilirdi. İmecelere kemençeci çağrılır, özellikle tohum kazma sırasında, bir yandan topluca kazmalar yere vurulurken bir yandan kemençe eşliğinde topluca türküler söylenirdi. Askere, gurbete gidecek kişilerin evlerinde toplanılıp eğlenilirdi.

Yaşı müsait olanlar eski düğünleri net olarak hatırlayacaklardır. Düğünlerden bir hafta kadar önce, bedenen de güçlü iki genç erkek köylüleri düğüne çağırmaya çıkardı. Çağırıcılar her eve uğrayarak düğüne davet eder, düğün davetinin yanında, mısır da toplardı. Davet edilen her hane, imkânları ölçüsünde çağırıcıların çuvalına mısır koyardı. Eskiden fakirlik vardı. Bu uygulama bir dayanışmaydı. Düğün evine destek veriliyordu. Düğüne gelenlere düğün evi yemek verirdi. Düğünden önce yemekçi kadınlar toplanır, çağırıcıların topladığı mısırdan ve pancardan çeşit çeşit yemek yapardı. Düğün evinde, biri düğün gecesi, diğeri gündüz olmak üzere iki öğün yemek verilirdi. Öncelikle uzaktan gelenlerden başlanarak herkes yemek yerdi. Değişmez yemek çeşitleri olarak aklımda kalanlar. Bütündarı çorbası, arpa çorbası, ala çorba ( mısır yarması ve pancar karışımı), sarma ( içi mısır yarması ), döşeme v.b. Ailenin ekonomik durumuna bağlı olarak çeşit sayısı artabilirdi.

Düğünler çoğunlukla perşembe günlerine getirilirdi. O zaman nedenini bilmiyordum ama, bugünkü aklımla düşündüğümde, eşlerin, daha hayırlı bir gece olduğu düşünülen cuma gecesi bir araya gelmesi istenirdi sanıyorum. Düğün, oğlan evinde çarşamba günü akşam başlardı. Gece boyunca, kemençe eşliğinde oynanırdı. Yorulunca oyuna ara verilir, bu aralarda sesi güzel olanlar türkü söylerdi. Her düğünde aranan türkücüler Halil Pir ( Kalayçı’oğlu Allah rahmet eylesin) ve Osman Pir olurdu ( Eski muhtarımız ). Eğlence sabaha yakın dağılır, uzaktan gelenler yakın evlerde misafir edilirdi. Ertesi günü kuşluk vaktine doğru düğün tekrar başlardı.

Öğlen üzeri yemekten sonra takı töreni başlardı. Takı toplanmaya başlanmadan önce, sanki namaz kılacaklarmış gibi damat ve sağdıçların yönleri kıbleye gelecek şekilde dizilmesi istenirdi. Damat ortada, yanında birisi evli diğeri bekâr olan iki sağdıç yer alırdı. Bekâr sağdıç damadın en yakın arkadaşlarından birisi olurdu. Düğün boyunca damadı hiç yalnız bırakmazdı. Evli sağdıç, damadı evlilik konusunda bilgilendirirdi. Ayrıca düğün sırasında yapılacak parasal giderlerin sorumluluğunu üstlenirdi. Sağdıç aileleri de düğün evine her konuda destek olurdu.Takı törenini genelde Derindere mahallesi cami imamı Ali Eniştem (Ali Güvendi. Zekiye teyzemin beyi. Allah rahmet eylesin ) yönetirdi. Önce sessizlik sağlanır, sonra dualar ederek damadın başına sarık denen bir örtü sarılırdı ( Sarık birkaç denemeden sonra sarılırdı. İmam, “ sardı sardı saramadı” der diğer insanlar da topluca “ inşallah sarar” derdi). Sonra, aile yakınlarından başlanarak düğüne katılan kadın erkek ayrımı olmadan herkes takı atardı ( Takı takma değil takı atma denirdi ). Damadın anne ve babası ya tarla vererek, ya da hayvan vererek takı atmış olurdu. Diğer katılımcılar takısını para olarak atardı. Paralar takı toplayıcıya verilir, o da her takı atanı tanıtır, takıyı atana dua eder ( Bu takıyı atan da bizim Kavgacı kızı Hatun’un oğlu Mustafa. Allah ona uzun ömür versin. Ona da hayırlı cemaat ve cemiyetler nasip etsin. On lira bahşişi var giyevüye der ) sonra parayı damadın önünde yere serilen sergi üzerine atardı. Atılan paradan biraz fazlasını söyleyerek takı atanı hoşnut ederdi. Takı işlemi bittikten sonra, toplanan para bir mendile sarılarak damadın cebine konulur ve gelini almak için kız evine hareket edilirdi. Gelin almaya damat gitmezdi. Damatla bekar sağdıç oğlan evinde oturur ya da evin çevresinde dolaşarak gelinin gelmesini beklerdi.

Gelin evine giderken en öne bayrak taşıyıcı geçer, arkasında erkekler ve kemençe, sonra da kadınlar olmak üzere kız evine gidilirdi. Gelini almaya giden ekibe gelinçi denirdi. Gelinçi’nin önünde bayrak taşıyıcı olarak Mustafa Şerement Amca ( Karahalil’oğlu. Allah rahmet eylesin) yer alırdı. Çoğu insanın belinde tabancası olur ve bol mermi atılırdı. Kız evine varıldığında, kızın yakınlarından birisi kapıyı kapatır, bahşiş almadan oğlan tarafını eve sokmazdı. Kapıyı kapatma olayına eşik kesme denirdi. Gelinin hazırlanması sırasında kuşak sarma aşamasında da oğlan tarafı bahşiş vermek zorundaydı. Genelde, gelinin küçük oğlan kardeşi, gelinin kuşağını eline alır, bahşiş almadan kuşağı sarmazdı. Bahşiş alındıktan sonra deneyimli kadınların da yardımıyla erkek kardeş bacısının beline kuşağını bağlardı. İçeride gelin hazırlanırken dışarıda kemençeci, gelin ve anasını ağlatacak duygulu türküler söylerdi. Köyümüzün kemençecisi Mahmut’gilin Mustafa Dayım olurdu ( İbrahim Pir’in babası. Güzel kemençeciliğinin yanında oldukça da yakışıklıydı. Benim bildiğim, Doğankent’te yapılan bütün düğünlerin de vazgeçilmez kemençecisiydi. Şadı’lı Mustafa derlerdi. Allah rahmet eylesin ).

Geline çeyiz de verilirdi. Gelin olacak her kıza, gelinlik çağına geldiğinde bir çeyiz sandığı yaptırılırdı. Her usta güzel sandık yapamazdı. Sandık ustaları genelde Ali Babayiğit ( Mecit oğlu) ya da Hacı Pirdal (İzzet oğlu) olurdu. Kız, bütün çeyizini bu sandıkta biriktirirdi. Her geline ailesi tarafından bir kat yorgan yatak da verilirdi. Ekonomik durumu iyi olan aileler yorgan ve yatağı iki kat verirdi. Gelin almaya gelindiğinde çeyizler, güçlü erkeklerden birilerinin sırtına yüklenip, gelinden önce oğlan evine gönderilirdi. Evlendikten sonra, gelinle damadın, gelinin yatağında yatması esastı. Gelin, baba evinden çıkarken anne ve kardeşleri ağlardı. Yüzünde duvak olduğundan gelinin ağladığını göremezdik. Gelinin annesi kızının elinden tutarak evin kapısına kadar çıkarır, damadın anne veya ablalarından birinin eline teslim ederdi. Sonra gelin alınır, erkek evine hareket edilirdi.

Gelin, oğlan evine girmeden evin kapısında bir tören düzenlenirdi. Gelin dışarıda beklerken damat evden çıkar, gelinin başına mısır, fındık, madeni para, mevsimine göre değişen meyveler atardı. Bu atkılar çevredekilerce kapışılır, meyvelerin gelinin kafasına vurmaması için gelin yakınlarınca önlem alınırdı. Damat tarafından bahşiş verilmedikçe gelin içeri girmezdi. Sonra, gelin içeri alınır, mutfak kısmına götürülür, tereğin önünde ayakta duracak şekilde bırakılır ve ev terk edilirdi. Zaman kalmışsa dışarıda biraz daha horon oynanır, sonra herkes evine dağılırdı, “Düğüne gider bin kişi sevinir iki kişi” tekerlemesi söylenerek. Gelin için ayrı ev açılmaz, gelin damadın ailesiyle birlikte kalırdı. Düğün günü akşamı ve onu izleyen iki gece damadın ailesi yatmak için komşulara giderek evi yeni çifte bırakırdı. Buna ev boşaltma denirdi.

Düğüne giden her kadın ve erkek giyimine özel önem verirdi. Düğünün bir ay öncesinden başlayarak köyün iki terzisi gece gündüz durmadan giysi dikerdi. Terziler Cımıtgilin Mehmet dayı ile Hasangilin Ali amcaydı. Askerden gelen her erkeğin mutlaka koyu renkli, çoğunlukla lacivert tonlarında bir takım elbisesi ve beyaz gömleği olurdu. Tezkere öncesi aileler para gönderir, tezkereli gelen her erkek takım elbiseyle köye gelirdi. Elbiseler özel olarak korunur, düğün ve bayramlarda giyilirdi. Kadınlara gelince, giyim çeşit çeşitti. Renk olarak kırmızı ve pembe tonları egemen olurdu.

Burada, genç bir kadın ya da kızın giysileri üzerinde ayrıntılı durmak istiyorum. O zamanki kadın giysilerini şimdi yöresel oyun ekiplerinde bile göremiyorum.

Başta yaşmak. Beyaz renkli. Kenarlarına pul ya da tor dediğimiz ince boncuk işlenmiş. Boncuklar renk renk. Yaşmak boğaz altından bağlı.Saçların bir bölümü görünür durumda açık. Ortadan ikiye ayrılmış ve güzelce taranmış.
Sırtta ceket görevi gören işlik. Divitin denilen basma türü. İşliğin kol uçlarına, etek uçlarına, yaka bölümlerine, dirsek ve omuz başlarına boydan boya geniş bir kuşak halinde farklı renkte kumaş eklenmiş. Eklenen parçaların üzerinde terzinin hünerini sergileyen değişik nakışlar var. Yine divitin denilen kumaştan dikilmiş entari.
Önde, boyundan ve belden iple bağlanmış yakalık. Göğüs bölgesinin tamamını kapatır vaziyette. Kırmızı ton ağırlıkta olmak üzere çok renkli. ( Kutni denilen kumaştan).
Belde şal kuşak. Üçken biçimine getirip bele bağlanmış. Arkadan aşağıya doğru sallanan uzun püsküllü. Bazen püsküller boncuklu. Kırmızı ağırlıklı olmak üzere değişik desenli.
Eteğin önünde ipek ya da fildikoz adı verilen kumaştan yapılmış peştamal. Çoğu kez kırmızı ve beyazdan oluşan geniş çubuklu.
Diz altından bağlanmış, entariden aşağı sarkan, geniş paçalı şalvar. Rengi diğer renklerle uyumlu. O da divitin. Altında beyaz yün çorap, ayakta lastik.
Bütün renkler bir biriyle uyumlu. Her kadın sanki bir renk cümbüşü görünümünde. Düğünde böylesine onlarca görünüm bir arada. Muhteşem bir görüntü. Bugünkü kameralar neden o zamanlar yoktu diye hayıflanmamak elde değil.

Düğünler, yağmurlu havalarda kapalı yerlerde yapılırdı. Genelde merek denilen samanlıkların düğün salonu haline getirilmesiyle oluşturulan yerde olurdu. Hava açıksa harman denilen daha geniş alanlarda yapılırdı. Kadınlar genelde seyirci konumunda olurdu. Düğün yerinde kadınların bulunacağı yer, oyun alanının rahat görüleceği bir yerde özel olarak düzenlenirdi.

Düğünlere komşu köylerden katılanlar da olurdu. Komşu köylerden gelen misafirlerin gelişi ve köyde hatırı sayılır insanların gelişi sırasında kemençeciye haber verilirdi. Kemençeci gelen insanları yolda karşılardı. Kemençe eşliğinde oturacakları yere kadar getirirdi. Bu, düğüne katılanları onurlandırma şekliydi. Gelenleri övücü türküler de söylenirdi. Gelenler de, kemençecinin bu jestini, ona bahşiş vererek ödüllendirirdi.

Gelin damadın evine getirildikten kısa bir süre sonra (zaten akşam olduğundan) düğün sona ererdi.
Hazırlayan : Mustafa Güvendi

Hazırlayan: Sinan GÜVENDİ
http://sadikoyu.com/ Sitesinden alıntıdır.

YORUM GÖNDERYorumlarınızı göndermek için alt kısımdaki formu kullanabilirsiniz.